ozakif blogcu sitesi kopya
oyutunu görmek için buraya tıklayın. Orjinal boyut 640x447
HAZRET-I MEVLANA
MUHAMMED CELALEDDIN-I RUMI
(30 Eylül 1207- 17 Aralik 1273)
Mevlana'nin asil adi Muhammed Celaleddin'dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasina gelen Mevlana ismi, ona, daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya basladigi tarihlerde verilir. Bu isim sems-i Tebrizi ve Sultan Veled'den itibaren Mevlana'yi sevenlerce kullanilmis; Adeta adi yerine sembol olmustur.
Rumi, Anadolu demektir.
Mevlana'nin, Rumi diye taninmasi, geçmis yüzyillarda Diyari Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturmasi, ömrünün büyük bir kisminin orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasindandir.
Mevlana'nin dogum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür beldesi Belh'tir
Mevlana'nin Dogum tarihi ise (6 Rebiu'l Evvel, 604) 30 Eylül 1207'dir. Bazi arastirmacilarin tespitine göre, O'nun dogum tarihi 1182'dir.
Asil bir aileye mensup olan Mevlana'nin annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kizi Mümine Hatun; babaannesi, Harezmsahlar (1157 Dogu Türk Hakanligi) hanedanindan Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan'dir.
Babasi, Sultanü'l-Ulema (Alimlerin Sultani) ünvani ile taninmis, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabasi, Ahmet Hatibi oglu Hüseyin Hatibi'dir.
Eflaki ye göre Hüseyin Hatibi, ilmi deniz gibi engin ve genis olan bir alim idi. Din ilminin üstadi ve alimlerin büyüklerinden sayilan, güzel siirler söyleyen Nisaburlu Raziyuddin gibi bir zat da talebelerindendi.
Kaynaklar ve Mevlana'nin sevgi yolunda gidenler eserinde Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled'in nesebinin, anne cihetiyle ondördüncü göbekte Hz. Muhammed (SAV)'in torunu Hz. Hüseyin'e; baba cihetiyle de onuncu göbekte Hz. Muhamed (SAV)'in seçilmis dört dostundan ilki Hz. Ebu Bekir Siddik'a ulastigini kaydediyorlar.
Babasi Bahaeddin Veled Hazretleri'nin sahsiyeti
Bahaeddin Veled, 1150'de Belh'de dogmus, babasi ve dedesinin manevi ilimleriyle yetismis; ayrica
Necmeddin Kübra (?-1221)'dan da feyz almistir.
Bahaeddin Veled bütün ilimlerde esi olmayan, olgun mana sultani idi. ilahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksiz bir deniz gibi olan Bahaeddin Veled, Horasan diyarinin, en güç fetvalari halletmede, tek üstadi idi ve vakiftan hiçbir sey almazdi, devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maasla geçinirdi
Kaynaklarin ittifakla rivayetine göre, devrinin alimleri ve ulu müftüleri, Hz. Muhammed (SAV)'in manevi isaretiyle, Bahaeddin Veled'e Sultanü'l-Ulema ünvanini vermislerdir. Bundan sonra da Bahaeddin Veled bu ünvanla yad edilmistir.
Bu ünvanin verilisi Türklerin adetiyle de izah edilebilir.
Türklerin güzel karakterlerini gösteren birçok adetleri vardi. Türkler, yüksek kabiliyet ve fazilet sahiplerinin taninmadan kaybolup gitmesine, unutulmasina razi olmazlardi. Onlari halkin gözünde belirtmek, halki ilim ve irfana yöneltmek için o gibi büyüklere layik olduklari birer ünvan verilirdi. Bu anane, Türklerin ilme, fazilete karsi saygi duygularini gösteren parlak bir delildir. Hatta anane geregince imzalarin üstünde bu ünvanlari kullanmaya mecburdurlar. Onlar kazandiklari bu ünvanlari kendileri için manevi bir rütbe sayarlar, nefisleri için bundan asla gurur duymazlardi.
Alimler gibi giyinen Bahaeddin Veled, adeti üzre, sabah namazindan sonra, halka ders okutur; ögle namazindan sonra dostlarina sohbette bulunur; Pazartesi günleri de bütün halka va'z ederdi.
Va'zi esnasinda umumuyetle, Yunan filozorlarinin fikirlerini benimseyenlerin görüslerini reddeder ve: "Semavi (Allah'dan olan, ilahi) kitaplarini arkalarina atip, filozoflarin silik sözlerini önlerine alip itibar edenlerin nasil kurtulma ümidi olur." "Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem`in yürüyüsünden daha iyi yürüyüs; yolundan daha dogru yol görmedim" derdi.
Hz. Mevlana`nin Babasi ile Belh`ten Çikislari ve Konya`ya Gelisleri.
Arastirmacilar, Bahaeddin Veled'in Belh'ten göç etmesine sebep olarak, Mogol istilasini göstermektedirler.
Sultanü'l-Ulema, aile ve dostlariyla, Belh sehrini 1212, 1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmisti. Nisabur'a ugradi. Göç kervaniyla Bagdat'a yaklastiginda, kendisine hangi kavimden olduklarini ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafizlara Sultanü'l-Ulema seyh Bahaeddin Veled su manidar cevabi verir.
"Allah'tan geldik, Allah'a gidiyoruz. Allah'tan baska kimsede kuvvet ve kudret yoktur."
Bu söz, seyh sehabeddin Sühreverdi (1145-1235)'ye ulastiginda: "Bu sözü Belh'li Bahaeddin Veled'den baskasi söyleyemez."dedi. Samimiyetle ve muhabbetle karsilamaya kostu. Birbirleriyle karsilasinca seyh Sühreverdi, katirindan inip nezaketle Bahaeddin Veled'in dizini öptü, gönülden hürmetlerini sundu.
Bahaeddin Veled, Bagdat'ta üç günden fazla kalmadi ve Küfe yolundan Ka'be'ye hareket etti. Hac farizasini yerine getirdikten sonra, dönüste sam'a ugradi.
Bahaeddin Veled, yaninda biricik oglu Mevlana oldugu halde, göç kervaniyla sam'dan Malatya'ya, oradan Erzincan'a oradan Karaman'a ugradilar. Karaman'da bir müddet kaldiktan sonra, nihayet Konya'yi seçip oraya yerlestiler.
Göç Yolunda Hz. Mevlana'ya Teveccühte Bulunan Mutasavviflar
Belh'i terk ettikten sonra Bagdat'a dogru yola çikan Bahaeddin Veled, Nisabur'a vardiginda ziyaretine gelen seyh Feridüddin Attar (1119-1221,1230) ile görüsüp sohbet eder.
Sohbet esnasinda seyh Attar, Mevlana'nin nasiyesindeki (alnindaki) kemali görür ve ona Esrar-Name adli eserini hediye eder ve babasina da "çok geçmeyecek ki, bu senin oglun alemin yüregi yaniklarinin yüreklerine atesler salacaktir." der.
Sultanü'l-Ulema, Hac farizasini yerine getirdikten sonra dönüste sam'a ugradi. Orada seyh-i Ekber Muhyiddin ibnü'l Arabi (1165-1240) ile görüstü. seyh-i Ekber, Sultanü'l-Ulema'nin arkasinda yürüyen Mevlana'ya bakarak:
"Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasinda gidiyor!" demistir.
Hz. Mevlana'nin Evlenmesi
Karaman'da bulunduklari 1225 tarihinde Mevlana, babasinin buyrugu ile, itibarli, asil bir zat olan Semerkantli Hoca serafeddin Lala'nin, huyu güzel, yüzü güzel kizi Gevher Banu ile evlendi.
Hz. Mevlana'nin, Konya'ya Yerlesmeleriyle ilgili Yorumu
Hak Teala'nin Anadolu halki hakkinda büyük inayeti vardir ve Siddik-i Ekber Hazretlerinin duasiyla da bu halk, bütün ümmetin en merhamete layik olanidir. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanlari mülk sahibi Allah'in ask aleminden ve deruni zevkten çok habersizdirler. Sebeblerin hakiki yaraticisi Allahi hos bir lütufta bulundu. Sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.
Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sirlarina ait) iksirimizden (Altin yapma hassamizdan) onlarin bakir gibi vücutlarina saçalim da onlar tamamiyle kimya (bakisiyla, baktigi kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciger arkadasi) olsunlar.
Hz. Mevlana'nin Konya'daki Hayati
Önceki bahislerde sahsiyetini belirtmeye çalistigimiz Bahaeddin Veled, Mevlana'nin ilk mürsididir. Yani Mevlana,ya Allah yolunu ögretip, tasavvuf usulünce hakikatleri ve sirlari gösteren tarikat seyhidir. Bütün islam aleminde yüksek bir itibar ve söhrete sahip olan Bahaeddin Veled, Selçuklularin Sultani Alaaddin Keykubat'tan yakin alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled ,3 Mayis 1228 tarihinde Selçuklularin bas sehri Konya'yi sereflendirip yerlestikten kisa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat (saltanat müddeti: 1219-1236), sarayinda Bahaeddin Veled'in serefine büyük bir toplanti tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altina girdi. Sultanu'l-Ulema'ya gönülden bagli olan Sultan Alaaddin onu hayranlikla söyle över: "Heybetinden gönlüm tir tir titriyor; yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri gördükçe gerçekligim, dinim artiyor. Bu alem, benden korkup titrerken ben , bu adamdan korkuyorum; ya Rabbi bu ne hal? iyice inandim ki O, nadir bulunan ve esi benzeri olmayan bir Allah dostudur." Dünya sultanina hükmeden, essiz Allah dostu mana ve gönül sultani Bahaeddin Veled, 24 subat 1231 tarihinde Cuma günü kusluk vaktinde ebedi aleme göçtü. Geriye Muhammed Celaleddin gibi bir hayirli ogul ile Maarif gibi bir eser birakti. Sultanu'l-Ulema,sadece duygu ve düsüncelerini açikladi, söhret pesinde kosmadi. Etrafindakilerini yetistirdi ve onlari daima aydinlatti. Maarif, Bahaeddin Veled meclislerindeki anlattiklarindan va'z ve nasihatlarinin bizzat kendisi tarafindan yazilarak bir araya getirilmesiyle meydana gelmis tasavvufi, ahlaki bir eserdir. Konusu, muhtevasi ve üslubu ile birinci derecede tasavvufi bir eser olan Maarif, hem kitabin kendi açisindan , hem de Mevlana üzerindeki tesiri bakimindan büyük bir önem tasir. Bahaeddin Veled,in irtihalinde Mevlana yirmi dört yasinda idi. Babasinin vasiyeti, dostlarinin ve bütün halkin yalvarm alari ile babasinin makamina geçti. Mevlana, babasindan sonra, Seyyid Burhaneddin ile bulusuncaya kadar, bir yil mürsidsiz kaldi. 1232 tarihinde babasinin degerli halifesi Seyyid Burhaneddin Konya'ya geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi altina girdi.
Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek, bir kamil mürsid idi. Kendisine daima kalplerde bulunan sirlari bilmesinden dolayi, Seyyid Sirdan denirdi. Seyyid Burhaneddin, ta çocukluk yillarinda bir lala gibi omuzlarinda tasiyip dolastirdigi, Mevlanaya dedi ki ."Bilginde esin yok, seçkinsin Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi; sen de onu ara, kalden (sözden) geç onun sözlerini iki elinde kavramissin; fakat benim gibi onun haliylede sarhos ol. Böylece de ona tam mirasci kesil; cihadina isik saçmada günese benze. Sen zahiren babanin mirascisisin; ama özü ben almisim; bu dosta bak bana uy."
Mevlana babasinin halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin'i babasinin yerine koydu ve gerçek bir mürsid bilerek gönülden, tam dokuz yil ona hizmet etti. Bu zaman zarfinda, o kamil mürsid'in kilavuzlugu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarfederek) ve riyazetle (dünya lezzetlerinden ve rahatindan sakinarak perhizle) mesgul olup, o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pisti, olgunlasti, bastan ayaga nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultani oldu. Nitekim, Mesnevi'sindeki su iki beyit, pistiginin, kamil insan mertebesine ulastiginin ifadesidir:
"Pis ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhan-i Muhakkik gibi nur ol."
Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle burhan olursun. Kul olup yok oldun mu, sultan kesilirsin.
Hz. Mevlana'nin Konya Disina Seyahati
Mevlana, yüksek ilimlerde daha çok derinlesmek için, Seyyid Burhaneddin'in izniyle Halep'e gitti. Haleviyye
Medresesi'nde, fikih, tefsir ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan Adim oglu Kemaleddin'den ders aldi.
Mevlana, Helep'teki tahsilini bitirdikten sonra sam'a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört yil kaldi. Bu zaman zarfinda sam'daki alimlerle tanisip, onlarla sohbet etti.
Eflaki'ye göre Mevlana, sam'da Sems-i Tebrizi ile görüsmüstür; fakat bu görüsme kisa bir müddettir ve söyle cerayan etmistir:
Sems-i Tebrizi, bir gün halk arasinda, Mevlana'nin elini yakalayip öper ve ona:
"Dünyanin sarrafi beni anla!" diye hitap eder ve kaybolur.
iste bu sohbet veya bir anlik görüsme tarihinden takriben sekiz sene sonra sems, Konya'ya gelecek ve Mevlana ile içli disli sohbet edecektir.
Yedi yil süren Halep ve sam seyahatinden sonra Konya'ya dönen Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in arzusu üzerine birbiri arkasina, candan istekle ve samimiyetle, üç çile çikardi. Yani üç defa kirkar gün (yüzyirmi gün) az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamini ibadetle geçirmek suretiyle nefsini aritti. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana'yi kucaklayip öptü; takdir ve tebrikle:
"Bütün ilimlerde esi benzeri olmayan bir insan; nebilerin ve velilerin parmakla gösterdigi bir kisi olmussun... Bismillah de yürü, insanlarin ruhunu taze bir hayat ve ölçülemeyecek bir rahmete bog; bu suret aleminin ölülerini kendi mana askinla dirilt."dedi ve onu irsad ile görevlendirdi.
Seyyid Burhaneddin, daha sonra, Mevlana'dan izin alip Kayseri'ye gitmis ve orada ebedi aleme göçmüstür. (1241, 1242). Türbesi Kayseri'dedir.
Mevlana, Seyyid Burhaneddin'in Konya'dan ayrilisindan sonra, irsad (Allah yolunu gösterme) ve tedris makamina geçti. Babasinin ve dedelerinin usullerine uyarak bes yil bu vazifeyi basari ile yapti. Rivayete göre dini ilimleri tahsil eden dörtyüz talebesi ve onbinden çok müridi vardi.
Hz. Mevlana'nin Dostlari, Halifeleri
Sems-i Tebrizi
Bu zatin adi, semseddin Muhammed olup dogumu 1186'dir. Tebrizli Melekdad oglu Ali'nin oglu olan sems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanin yegane seyhi olarak gördügü Tebrizli seyh Ebu Bekir Sellebaf (selle ve sepet örücüsü)'a intisap etti ve onun terbiye ve irsadiyla yetisip olgunlasti.
sems, ulastigi manevi makama kanaat etmediginden daha olgun mürsidler bulmak arzusuyla seyahate çikti. Senelerce, takati tükenircesine birçok yerler dolasti; zamanin arifleriyle görüstü. Bu arifler, mana alemindeki uçusundan kinaye olarak sems'e, Sems-i Perende (Uçan Günes) adini vermislerdir.
sems, ta çocuklugundan itibaren fikren ve ruhen hür bir dervis, kendinden geçercesine ilahi aska dalarak yasayan bir sahsiyettir.
sems, kendini ruhen tatmin edecek seviyede bir hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadasi arayan kamil velidir.
Yana yakila, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan sems'in bir gece karari elden gitti, heyecan içinde idi. Allah'in tecellilerine gömülüp mest olmus bir halde münacatinda :
"Ey Allah'im ! Kendi , örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum." diye yalvardi.
Allah tarafindan, istediginin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belh'li Sultanü'l-Ulema'nin oglu Muhammed Celaleddin oldugu ilham edildi.
Bu ilham ile sems, 29 Kasim 1244 yili Cumartesi sabahi Konya'ya geldi.
Hz. sems ile Hz. Mevlana'nin Bulusmalari
Mevlana, ile sems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, nihayet bulustular; görüstüler.
Bu iki ilahi asik, bir müddet yalnizca bir köseye çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk'a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular.
Sultan Veled der ki:
"Ansizin sems gelip ona ulasti; ona masukluk (sevilen, sevgili olmanin) hallerini anlatti, açikladi. Böylece de sirri yücelerden yüceye vardi. sems, Mevlanayi sasilacak bir aleme çagirdi, öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o alemi ne Arap."
Hz. Mevlana'nin Masukluk Mertebesine Erismesi
Bu Hususu Sultan Veled söyle açiklar:
"Alemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardir ki o, masukluk duragidir. Aleme bu masukluk
duragina dair haber gelmemis; bu durakta bulunanlarin ahvalini hiçbir kulak isitmemisti. Tebrizli semseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin'i asiklik ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmamis olan. Masukluk mertebesine eristirmistir. Esasen Mevlana, ezelde, masukluk denizinin incisiydi; hersey döner, aslina varir."
Hatirlara gelebilecek, "sems mi Mevlana'yi aradi; Mevlana mi Sems-i " sorusuna cevap verebiliriz:
sems, Mevlana'yi Mevlana da sems'i aramistir.
sems Mevlana'ya asik ve taliptir; Mevlana da sems'e asik ve taliptir. Çünkü asik, ayni zamanda masuk; masuk ayni zamanda asiktir. Mevlana der ki:
"Dilberler (gönül alip götüren, manevi güzeller), asiklari, canla basla ararlar.. Bütün masuklar, asiklara avlanmislardir.
Kimi asik görürsen bilki masuktur. Çünkü o, asik olmakla beraber masuk tarafindan sevildigi cihetle masuktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzlari arar."
Mevlana, manevi yolculugunu, olgunluga ermesini, su sözünde toplamistir:
"Hamdim, pistim, yandim."
Mevlana'nin pismesi, babasi Sultanü'l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin'in feyizli nefesleriyle; yanmasi da sems'in nurlu aynasinda gördügü kendi güzelliginin ask atesiyledir.
Mevlana, sems ile Konya'da bulustugu zaman tamamiyle kemale ermis bir sahsiyetti. sems, Mevlana'ya ayna oldu. Mevlana, sems'in aynasinda gördügü kendi essiz güzelligine asik oldu. Diger bir ifadeyle Mevlana, gönlündeki Allah askini sems'te yasatti.
Mevlana'nin sems'e karsi olan sevgisi, Allah'a olan askinin miyaridir (ölçüsüdür); çünkü Mevlana, sems'te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu.
Mevlana açilmak üzere bir güldü. sems ona bir nesim oldu. Mevlana zaten büyüktü, sems onda bir gidis, bir nesve degisikligi yapti.
sems ile Mevlana üzerine söz tükenmez. Son söz olarak söyle söyleyelim:
sems, Mevlana'yi atesledi ama karsisinda öyle bir volkan tutustu ki, alevleri içinde kendi de yandi.
Hz. sems'in Konya'dan Ayrilisi
sems ile bulusan Mevlana, artik vaktini sems'in sohbetine hasretmis, sems'in nurlarina gömülüp gitmis, bambaska bir aleme girmisti. sems'in cazibesinde yana yana dönüyor, ilahi askla kendinden geçercesine Sema ediyordu.
Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki mukaddes sirri idrakten aciz olanlar, ileri geri konusmaya basladilar. Neticede sems, incindi ve Mevlana'nin yalvarmalarina ragmen, Konya'dan sam'a gitti (14 Mart, 1246 Persembe).
Hz. sems'in Konya'ya Dönüsü
sems'in ayriligindan derin bir istiraba düsen Mevlana, manzum olarak yazdigi güzel bir mektubu, Sultan Veled'in baskanligindaki kafileyle sam'a, sems'e gönderdi.
Sultan Veled, kaflesiyle sam'a vardi. sems'i buldu ve babasinin davet mektubunu, hediyelerle birlikte sems'e sundu.
sems:
"Muhammed-i tavirli ve ahlakli Mevlana'nin arzusu kafidir. Onun sözünden ve isaretinden nasil çikilabilir?" diyerek, Mevlana'nin davetine icabet etti ve 1247'de, Sultan Veled'in kafilesiyle, Konya'ya döndü.
Sems-i Tebrizi Hazretleri'nin Kaybolusu
sems'in Konya'ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana da hasretin sikintilarindan kurtuldu. Artik sems'in serefine ziyafetler verildi. Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurlu, muhabbettle, dostluk içinde geçen günler uzun sürmedi; dedikodular ve can sikici durumlar yeniden basladi.
sems, o bahtsiz dedikoducu toplulugun yine kinle doldugunu, gönüllerinden sevginin uçup gittigini, akilarinin nefislerine esir oldugunu anladi ve kendisini ortadan kaldirmaya ugrastiklarini bildi. Sultan Veled'e dedi ki:
"Gördün ya, azginlikta yine birlestiler.
Dogru yolu göstermekte, bilginlikte esi olmayan Mevlana'nin huzurundan beni ayirmak, uzaklastirmak, sonra da sevinmek istiyorlar.
Bu sefer öyle bir gidecegim ki, hiç kimse benim nerede oldugumu bilemeyecek. Aramaktan acze düsecek, kimse benden bir nisan bile bulamiyacak.
Böyle birçok yillar geçecek de yine izimin tozunu bile göremeyecek."
iste Sultan Veled'e böyle yakinan sems, 1247-1248 tarihinde, Konya'dan ansizin gidip kayboldu.
sems'in kaybolusundan sonra Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkinda asli esasi olmayan bir haber bile verse ve sems'i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarigini ve hirkasini vererek sükranelerde bulunuyordu.
Bir gün, bir adam, Sems-i sam'da gördüm, diye haber verdi. Mevlana buna, tarif edilemeyecek sekilde sevindi ve o adama, üstünde nesi varsa bagisladi. Dostlarindan birisi, bu adamin verdigi haber yalandir, o sems'i hiç görmemistir, dediginde Mevlana su cevabi vermistir: "Evet, onun verdigi bu yalan haber için üstümde neyim varsa verdim. Eger dogru haber verseydi, canimi verirdim."
Hz. Mevlana'nin Konya Disina ikinci Çikisi
Mevlana, sems'i çok aradi. Onun ayriligiyla, gönülleri yakan, sizlatan, nice siirler söyledi. Onu aramak için iki kere sam'a gitti. Yine Sems-i bulamadi. Bu son iki seyahatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yillari arasinda oldugu söylenebilir.
Sultan Veled'in ifadesiyle Mevlana, sam'da suret bakimindan Tebrizli Sems-i bulamadi ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varliginda beliren sems'i, kendinde gördü ve dedi ki:
"Beden bakimindan ondan ayriyim ama, bedensiz ve cansiz ikimizde bir nuruz.
Ey arayan kisi! ister onu gör, ister beni. Ben oyum o da ben."
Konyali Kuyumcu seyh Selahaddin Hazretleri
Yagibasan'in oglu Konya'li Zerkub (Kuyumcu) diye taninan seyh Selahaddin Feridun, Konya civarindaki bir gölün kenarinda balikçilikla geçinen bir ailedendir.
Ümmi olarak bilinen seyh Selahaddin, gençliginde Seyyid Burhaneddin'in terbiyesine girmis, onun sohbetlerinde pismis, onun feyziyle olgunlasmis, kamil bir insandir. Ayrica sems'in sohbetlerinde de bulunmus , ondan feyz almistir.
seyh Selahaddin, kuyumcu dükkaninda altin varak yaparak, helalinden para kazanmak ve manevi halini kuvvetlendirmekle ugrasirdi. seyh Selahaddin'in, Mevlana ile tanismasi ta Seyyid Burhaneddin'in manevi terbiyesi altina girdigi tarihte baslar; fakat bütün sevgilerden tamamen vazgeçip Mevlana'ya manen baglanmasina ve vakitlerini onun sohbetlerine hasretmesine sebep su hadisedir.
Mevlana bir gün seyh Selahaddin'in Kuyumcular çarsisindaki dükkaninin önünden geçmektedir. içerde varak yapmak için çekiçle altin dögmekte olan Kuyumcu seyh Selahaddin ve çiraklarinin çekiç darbelerinden çikan sesleri duyan Mevlana, o hos seslerin ahengi ile cezbelenir (Allah tarafindan manen çekilerek iradesi elden gider) ve vecd ile (kendinden geçip ilahi aska dalarak) Sema etmeye baslar. Disarida Mevlana'nin Sema ettigini gören seyh Selah addin onun, çekiç darbelerinin ahengine, ritmine uyarak Sema ettigini anlayinca, altinin zayi olmasini düsünmez ve çiraklarina, çekiç darbelerine devam etmelerini emrederek kendisi de disari firlar ve Mevlana'nin ayaklarina kapanir.
Hz. Mevlana'nin, seyh Selahaddin Hazretleri'ni Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, son sam seyahatinde, mana yönünden sems'i ay gibi kendinde gördükten sonra, onu aramaktan vazgeçti ve kendisine seyh Selahaddin'i dost ve hemdem olarak seçti. Mevlana, sems'e duydugu muhabbet ve gönül bagliliginin aynisini seyh Selahaddin'e de gösterdi ve bu zat ile sükun buldu.
Mevlana, Allah'in cemal tecellileri içinde ruhen manevi bir alemde yasadigindan, müridlerinin irsadiyla bizzat ugrasmamis ve onlarin irsad ve terbiyesine, en seçkin, en ehil dostlarindan birini tayin etmistir. iste seyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin ettigi dostudur.
Mevlana, seyh Selahaddin'e yalniz manevi bir bag ve içten gelen muhabbetiyle kalmadi, onun kizi, hakkinda: "Benim sag gözüm" diyerek iltifatta bulundugu Fatma Hatun'u, oglu Sultan Veled'e almak suretiyle aralarinda bir akrabalik bagi da kurdu.
seyh Selahaddin Hazretleri'nin Olgunlugu
Mevlana'nin, sems ile dostlugunu çekemeyenler bu sefer de Mevlana'nin seyh Selahaddin'e gösterdigi yakinliga hased etmeye basladilar. seyh Selahaddin'i, ü mmidir diye, yüksek irsad makamina layik görmüyorlardi. sems'e yaptiklari gibi küstahliga kalkistilar.
Kendisine kötü düsümce ile bakan bahtsiz, zavallilara seyh Selahaddin:
"Mevlana, beni yalnizca herkesten üstün tuttu da bu yüzden inciniyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki, benim apaçik bir görünüsüm yok, ben bir aynayim.
Mevlana, bende kendi yüzünü görüyor; ne diye kendini seçmesin?
O, kendi güzelim yüzüne asik; bundan baska bir fikre düsmek, kötü bir sey." Diyerek, kemal ve mahviyyetini (ileri derecede alçak gönüllülügünü) göstermistir.
Mevlana ile seyh Selahaddin, on yil birbirleriyle adeta mest olarak görüsüp sohbet ettiler; ayrilik mahmurlugunu tadmadan, visal aleminde safalar sürdüler.
Nihayet seyh Selahaddin hastalandi ve ebedi aleme göçtü (1259).
Çelebi Hüsameddin, vaktiyle Konya'ya göçmüs bir soylu ailendendir ve dogum yeri Konya'dir (1225). Çelebi lakabini kendisine veren Mevlana'dir.
Gençliginin ilk yilarinda, Ahilerin seyhi olan babasini kaybeden Çelebi Hüsameddin, zamanin bütün ulu kisileri ve seyhlerinden yakin alaka ve himaye gördügü halde, bütün hizmetkarlari ve arkadaslariyla, Mevlana'nin terbiyesinde yetisip olgunlasmis, kamil insan olmustur.
Mevlana'nin Çelebi Hazretleri'ni Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi
Mevlana, seyh Selahaddin'den sonra kendisine hemdem ve halife olarak Çelebi Hüsameddin'i seçti ve dostlarina söyle dedi:
"Ona bas egin, önünde acizcesine kanatlarinizi yere gerin! Bütün buyruklarini yerine getirin; sevgisini caninizin ta içine ekin.
O rahmet madenidir, Allah nurudur." Mevlana'nin bu buyrugu üzerine, bütün dostlar ona itaat ettiler. Sultan Veled'in diliyle:
"Bütün dostlar, onun lutuf suyuna testi kesildiler. sems'e ve seyh Selahaddin'e yapmis olduklari asagilik hareketlerden kurtulmuslar, edeplenmislerdi. Haset etmeden çelebi Hüsameddin'e itaat ettiler."
Çelebi Hüsameddin on bes sene Mevlana'nin serefli sohbetinde bulundu. Mevlana'dan sonra da dokuz sene irsad makaminda, Mevlana'nin postunda oturdu.
Mevlana, ancak Çelebi Hüsameddin'in bulundugu mecliste rahat bulur, huzur duyar, cosup manalar saçar, hakikat ilminden bahisler açardi. Mevlana'ya göre, hakikatler memesinden manalar sütünü emip çikaran Çelebi Hüsameddin'dir. Mesnevi'sinde bu manaya isaretle söyle der:
"Bu söz, can memesinde süttür. Emen olmadikça güzelce akmiyor.
Dinleyen susuz ve arayici olursa, va'zeden ölü bile olsa söyler.
Dinleyen yeni gelmis ve usanmamis olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir.
Kapimdan içeri, na-mahrem girince, harem halki, perde arkasina girer, gizlenir.
Zararsiz ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki perdeyi açarlar.
Bütün güzel, hos ve yarasan seyler, gören göz için yapilir. Çengir zir (en ince) ve bam (en kalin) nagmeleri, nasil olur da sagir kulak için terennüm edilir?
Allah, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadi. Koku duyan için yaratti; koku almayan için degil."
iste islami tasavvuf edebiyatinin en büyük didaktik saheseri olan Mesnevi'yi Çelebi hüsameddin, Mevlana'nin tükenmez bir hazineye benzeyen ruhundan çekip çikarmistir. Mevlana'nin kirk yil samimiyetle hizmetinde, sohbetinde bulunan Sipehsalar, Risalesinde, Çelebi Hüsameddin'in degerini su cümlelerle belirtiyor:
"Hakikatte Hudavendigar hazretlerimizin tam mazhari Çelebi Hüsameddin idi ve bütün Mesnevi-i serif onun ricasi ile yazilmistir. Bütün tevhid ve ask ehli, kendilerine bahsedilen mesnevi'nin yalnizca yazilmasi hususunda, kiyamete kadar Çelebi Hüsameddin'e tesekkür etseler, yine sükran borçlarini ödeyemezler."
Mesnevi-i Ma'nevi'nin Yazilisi
Eflaki, Mesnevi'nin yazilip tamamlanmasini anlattigi bahiste diyor ki:
"Mevlana Hazretleri, asil kisilerin sultani Çelebi Hüsameddin'in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi'yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, aksamdan baslayarak gün agarincaya kadar birbiri arkasindan söyler, yazdirirdi. Çelebi Hüsameddin de bunu süratle yazar ve yazdiktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana'ya okurdu. Cilt tamamlaninca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapip tekrar okurdu."
Bu sekilde dikkatlice 1259- 1261 yillari arasinda yazilmaya baslanilan Mesnevi, 1264- 1268 yillari arasinda sona erdi.
Hz. Mevlana'nin Baki Aleme Göçüsü
Mevlana, Çelebi Hüsameddin ile tam onbes sene güzel demler, hos sefalar sürdü. Bu müddet zarfinda bahtsizlarin fitne ve hücumundan uzak, huzur ve sürur içinde yasadi. Dostlari onun cemalinin nuruna pervane olmuslardi. Mevlana, artik son anlarini yasadigini, özledigi ebedi cemal alemine kavusacagini anlamisti. Ansizin hastalanip yataga düstü.
Mevlana'nin hastalik haberi Konya'da yayildigi zaman ahali, sifalar dilemeye, gönlünü, duasini almaya geliyorlardi.
seyh Sadrettin (?- 1274) de talebeleriyle birlikte Mevlana'ya geçmis olsun demeye geldi ve çok üzüldügünü beyan edip:
"Allah yakin zamanda sifalar versin. Hastalik ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canisiniz, insaallah yakin zamanda tam bir sihhate kavusursunuz." Diye temennide bulundu. Bunun üzerine Mevlana:
"Bundan sonra Allah sizlere sifa versin. Asikin masukuna kavusmasini nurun nura ulasmasini istemiyor musunuz.?"dedi. seyh Sadrettin, yanindakilerle birlikte aglayarak kalkip gitti.
Mevlana, dostlarina ve aile efradina, bu dünyadan göçecegine üzülmemelerini söylüyordu.; fakat onlar, bedenen de olsa, bu ayriligi kabullenemiyorlar, aglayip inliyorlardi.
Mevlana'nin hanimi Mevlana'ya hitaben:
"Ey Alemin nuru, ey ademin cani! Bizi birakip nereye gideceksin?" diyerek agliyor ve ilave ediyordu.
Hüdavendigar Hazretleri'nin dünyayi hakikat ve manalarla doldurmasi için üçyüz veya dörtyüz yillik ömrünün olmasi lazimdi."
Mevlana'da cavaben:
Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ve ne de Nemrud'uz, bizim toprak alemiyle ne isimiz var, bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasil olur? Ben insanlara faydam dokunsun diye dünya zindaninda kalmisim; yoksa hapishane nerede ben nerede? Kimin malini çalmisim? Yakinda Allah'in sevgili dostunun, Hz. Muhammed (SAV)'in yanina dönecegimiz umulur." Dedi
Hz. Mevlana'nin Tavsiye Ettigi Bir Dua
Mevlana son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari'yi yanina çagirarak, kendisine su duayi ögretmis ve sikintili zamanlarinda okumasini tavsiye etmistir:
"Ya Rabbi! Bana ne senin zikrini unutturacak, sana sevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver."
Ey Merhamet edenlerin merhametlisi!
Merhametinle bu duami kabul et.
Hz. Mevlana'nin Dostlarina Tavsiye Ettigi Dua
Ya Rabbi!
Bana, ne senin zikrini unutturacak, san sevkimi söndürecek , seni tesbih ederken duydugum lezzeti kesecek bir hastalik; ne de beni azdiracak, ser ve kötülügümü artiracak bir sihhat ver.
Ey merhamet edenlerin merhametlisi merhametinle duami kabul et.
Hz. Mevlana'nin Sabah Namazindan Sonra Okuduklari Dua
Allah'im kalbimi nurlandir, kulagimi nurlandir, gözümü nurlandir, saçimi nurlandir, derimi nurlandir, etimi nurlandir, kanimi nurlandir, önümü nurlandir, ardimi nurlandir, altimi nurlandir, üstümü nurlandir, sagimi nurlandir, solumu nurlandir, Allahim! nurumu artir, bana nur ver. Ey nurun nuru ey merhametlilerin merhametlisi Allahim merhametinle beni nur et.
Bu dua, ismi güzel, cismi güzel, teni güzel, cani güzel, ruhu güzel, huyu güzel Efendimiz (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'in dilindendir.
Hz. Mevlana'nin Vasiyeti
"Ben size, gizli ve aleni, Allah'dan korkmanizi,
az yemenizi,
az uyumanizi,
az söylemenizi,
günahlardan çekinmenizi,
oruç tutmaya ve namaz kilmaya devam etmenizi,
daima sehvetten kaçinmanizi,
halkin eziyet ve cefasina dayanmanizi,
avam ve sefihlerle düsük kalkmaktan uzak bulunmanizi,
kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanizi vasiyet ederim.
insanlarin hayirlisi, insanlara faydasi dokunandir.
Sözün hayirlisi da az ve öz olanidir.
Hamd, yalniz tek olan Allah'a mahsustur.
Tevhid ehline selam olsun."
seb-i Arus
irfan ve sevgi günesi Mevlana, 5 Cemazelahir, 672 (17 Aralik, 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlakligi ile, bütün güzellikleriye gülerek ebediyet aleminin semasina dogdu. Mevleviler, o geceye seb-i Arus derler.
Hz. Mevlana'nin Cenaze Merasimi
Müslüman olan, müslüman olmayan, küçük, büyük ne kadar Konyali varsa hepsi, Mevlana'nin cenaze merasimine katildi.
Müslümanlar, müslüman olmayanlari sopa ve kiliçla savmaya çalisarak, onlara:
"Bu merasimin sizinle ne ilgisi vardir? Bu din sultani Mevlana bizimdir, bizim imamimizdir," diyorlardi.Onlar da su cevabi veriyorlardi:
"Biz Musa'nin isa'nin , ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözünden anlayip ögrendik. Kendi kitabimizda okudugumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini onda gördük. Sizler nasil onun muhibbi müridi iseniz, bizde onun muhibbiyiz.
Mevlana Hazretleri'nin zati, insanlarin üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler günesidir .Günesi bütün dünya sever. Bütün evler onun buruyla aydinlanir.
Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmege ihtiyaç duymamazlik edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüzmü?"
Mevlana'nin vasiyeti üzerine seyh Sadrettin, Mevlananin namazini kildirmak üzere niyetlendiginde dayamayip bayginlik geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadi Siraceddin imamlik etti.
Hz. Mevlana'ya Yesil Kubbe
Mevlana'ya, Yesil Kubbe denilen Türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayser'in gayreti ve Emir Pervane'nin esi (Sultan II. Giyaseddin Keyhüsrev'in kizi) Gürcü Hatun'un yardimlariyla Çelebi Hüsameddin zamaninda yapildi.
Türbenin mimari, Tebrizli Bedreddin'dir.
Selimoglu Abdülvahid adli bir sanatkar da Mevlana'nin kabri üzerine, selçuklu oymaciliginin saheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yapmistir. Bu sanduka bugün, sultanü'l Ulema Bahaeddin Veled'in kabri üzerindedir.
Hz. Mevlana'nin Ölüm Hakkinda Düsünceleri
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye basladi mi, bende bu cihanin gami var, dünyadan ayriligima tasalaniyorum sanma; bu çesit süpheye düsme.
Bana aglama, yazik yazik deme. seytanin tuzagina düsersem iste hayiflanmanin sirasi o zamandir.
Cenazemi görünce ayrilik ayrilik deme. O vakit benim bulusma ve görüsme zamanimdir.
Beni kabre indirip birakinca, sakin elveda elveda deme; zira mezar cennetler toplulugunun perdesidir.
Batmayi gördün ya, dogmayi da seyret. Günese ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki?
Sana batmak görünür, ama o, dogmaktir. Mezar hapis gibi görünür ama o, canin kurtulusudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda süpheye düsüyorsun?
Hangi kova kuyu ya salindi da dolu dolu çikmadi? Can Yusuf'u ne diye kuyuda feryad etsin?
Bu tarafta agzini yumdun mu, o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun mekansizlik aleminin fezasindadir."
"Kardes, mezarima defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamli durmak yarasmaz.
Hak Teala beni ask sarabindan yaratmistir. Ölsem,çürüsem bile, benim yine o askim."
Ölümümüzden sonra mezarimizi yerde aramayiniz. Bizim mezarimiz ariflerin gönlündedir.
ALINTI
http://www.pembeyesil.com/islamiyet/25709-hazret-i-mevlana.html
(0) Baglanti
mevlana
"Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebildiğin kadar yersin."
"Her gülün dikeni vardir ama her dikenin gülü yoktur."
"Insan odur ki, başkasının incitisiyle incinmesin..
Ve insan odur ki, incitilmeye müstahak olanı incitmesin."
"Insandan belâ gelmez, hak istemedikçe,
Hak belâ vermez, kul azmadıkça."
"Sual de bilgiden doğar, cevap da."
"Ayıpsız dost arayan dostsuz kalır."
meyve, ağacın sebebidir. varlık, anlamını insanla kazanır.
yaratıcı, eserini, insanla seyreder, zira insan Hakk'ın gözü ve aynasıdır.
"niceye dek perdenin ardında , kapının dışında duracaksın.
kapıdaki şu perdeyi yırtsana."
"Maşrapamız küçükse deryayı suçlamaya hakkımız olmaz."
(0) Baglanti
alıntı
Giderken bırakılan miras
Ahmet YAVUZ
Geçtiğimiz hafta verginin patronu değişti. Gelir İdaresi'nin başına Mehmet Akif Ulusoy getirildi. 2002'den beri bu kurumun başında olan Osman Arıoğlu, yurtdışı görevlendirme teklifini kabul etmeyerek emekliliği tercih etti. Arıoğlu, 10. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer asaletini onaylamadığı için vekil sıfatıyla Gelirler Genel Müdürlüğü olan kurumun Gelir İdaresi olarak yeniden yapılanması çalışmalarını yürüttü. Asaleten ataması yapılan kadar geçen sürede yoğun bir tempoda çalıştı, ama vergi tahsilatının arzulanan seviyeye çıkmaması gibi eleştirilere de hedef oldu. Zorlu görevin getirdiği maddi ve manevi yorgunluk yüzünden bir hayli yıprandı. Maliye Bakanlığı gibi eski ve statükolarla dolu bir kurumda, Gelir İdaresi'nin yeniden yapılandırılması çalışmaları sebebiyle ben yine de Sayın Arıoğlu'nu başarılı buluyorum. Çünkü binadan lojmana, personelden taşıta kadar her yönden ortak olunan Maliye'den ayrılmak ve bu ayrılma esnasında paylaşımda yaşanan çekişmeler ister istemez hareket alanını daraltmıştı. Ama şunu da ifade etmek gerekir ki, yapılacak şeylerin sadece başlangıcını yaparak, arkasında idaresine küsmüş, motiveden uzak, beklediği imkanları elde edememiş bir personel bıraktı. Personel biliminde genelgeçer kural, eşit işe eşit ücret ilkesidir. İdare'de bu mümkün olmadı. Mesela vergi dairelerine ve diğer birimlerde çalışan personel yeniden yapılanma sonrasında yeni pozisyonlara getirileceklerini umuyorlardı. Fakat bu imkan sadece 4 yıllık üniversite mezunlarına açılan sınavlarda başarılı olmak şartıyla tanındı. Açılan sınavda başarılı olmak, KPSS sınavına girip belli bir puan almaya ve kurum içi sınavda barajı geçme şartına bağlandı. Aralık 2006'da açılan özel gelir uzmanlık sınavı öncesinde, pek çok personel aylarca iş yapmadı, sadece ders çalıştı. İşin garip tarafı kadrosu hizmetli, teknisyen, güvenlik elemanı veya şoför gibi memur olmayan kişiler bile 4 yıllık üniversite mezunu ise 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na muhalif olarak bu sınava müracaat edebiliyor ve kadrosunu gelir uzmanlığına geçirebiliyor. Açılan sınavda barajı geçen kişiler içerisinde 2500 kişi seçilerek gelir uzmanlığına atandı. Barajı geçtiği halde ilk 2.500'e giremeyenler ise memur olarak çalışmaya devam etti. Yeni alınan kadrolara bu kişilerin atanması yerine yeniden sınav açıldı. Gelir uzmanı olarak atananlar eski durumlarına göre 500-600 YTL kadar maaş farkı almaya başladı. Böylece vergi dairesi içerisinde aynı işi yapan lise mezunu memurlar, 2 yıllık önlisans mezunu memurlar, 4 yıllık lisans mezunu fakat yapılan sınavda ilk 2.500 arasına girememiş memurlar, kariyer meslek olarak gelir uzmanlığını seçmiş ve yarışma sınavıyla işe alınmış gelir uzman yardımcıları, bunlardan yeterlilik sınavını vererek gelir uzmanı olarak atananlar ve yapılan özel sınavla direkt gelir uzmanı olarak atananlar olmak üzere çok farklı bir yapı oluştu. Tahmin edersiniz ki bu yapı içerisindeki birçok kesim haksızlığa uğradığını düşünerek iş motivasyonundan uzaklaştı. Gelir uzman yardımcısı olarak atanan gelir uzmanları da yardımcılık dönemi ve zorlu bir yeterlilik sınavı süreci yaşadıklarını, açılan özel sınavlarla gelir uzmanı alınmasının mesleklerini olumsuz etkilediğini ifade ediyor. Esasen bu özel sınavlarla personelin uzmanlık kadrosuna atanması uygulaması personelin önünü açmak ve motivasyonunu sağlamak bakımından faydalı. Fakat sınavı geçen personelin herhangi bir eğitim verilmeden sadece uzmanlık kadrosuna atanmasıyla personel kalitesinin artırılamayacağı da aşikâr. Ayrıca AB'ye uyum çalışmaları çerçevesinde; çalışan personelin belli bir oranını uzman olarak istihdam edeceği anlaşılan Gelir İdaresi kurum içerisinde üniversite mezunu tüm personeli sınavsız veya basit bir sınavla uzmanlık kadrosuna geçirmeliydi. Böylece bu sınavlara hazırlanma, kazanamama stresi personele yaşatılmamış, sınav hazırlığı sebebiyle işlerin aksaması engellenmiş ve personel içerisinde huzursuzluğun önüne geçilmiş olur. Sınavlarda başarılı olanlar farklı isimli bir uzmanlığa da atanabilirler. Böylece bu uygulamanın mesleğe yarışma sınavıyla açıktan atanan gelir uzmanları üzerindeki menfi etkisi azalmış olacaktır. Ayrıca yine bu uygulamanın rotasyona tabi olarak görev yapan ve uzmanlarla hemen hemen aynı ücreti alan denetmen, müdür ve müdür yardımcılarının da şevklerini kırmaması için üst görevlerde bulunanlar ile denetmen ücretlerinin daha cazip hale getirilmesinde fayda var. İnsana yatırım daha önemli Teknolojideki gelişmeye paralel olarak kamu kurumları da büyük atılımlar yaptı. Beyannameler elektronik ortamdan alınıyor, veri bankaları oluşturuluyor. Vergi işlemleri bilgisayar ortamında daha hızlı ve hatasız yapılıyor. Ama son tahlilde bütün bu sistemin işlemesi ve verilerin vergisel maksatla yorumlanıp kullanılması insan unsuruna bağlı. Yani ne kadar gelişmiş bilgisayar programları kullanırsak kullanalım sonunda onların çıktılarını alıp kullanacak olanlar birer insan. Bu yüzden çalışan personelin motivasyonunu sağlayacak maddi imkanların ve idarenin yanında olduğunu hissettirecek manevi desteğin sağlanması lazım. Aksi halde şu an mevcut durumda olduğu gibi tüm personel mağdur olduğu hissine kapılacak ve yapılması gereken işleri 'diğerlerinin' yapması gerektiğini düşünecektir. Dolayısıyla yeni başkan M.Akif Ulusoy'un işi bir hayli zor. Kendisine başarılar diliyorum. | |
|
Maliye bürokrasisinde yol
Maliye bürokrasisinde yol ayrımı..
. Arıoğlu ayrılabilir
Okan Müderrisoğlu'nun yazısı
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in iade ettiği atama kararnameleri yeni dönemde Köşk'ten birer birer çıkmaya başladı. Doğrusunu isterseniz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onayı ile Gelir İdaresi Başkanlığı'na Osman Arıoğlu'nun, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı'na Birol Aydemir'in getirilmesi, gecikmiş bir hakkın tesliminden ibaret. Maliye Teftiş Kurulu'na Cemal Boyalı'nın, Bütçe Genel Müdürlüğü'ne Naci Ağbal'ın atanmasını da aynı şekilde değerlendirmek lazım. Lakin 60. Hükümet, Maliye bürokrasisinde yol ayrımının da habercisi oldu. Öyle ki kulisler, Osman Arıoğlu'nun kısa süre içinde veda edeceği haberiyle çalkalanıyor. 2002 yılı seçimlerinde siyasi yasaklı görünen Tayyip Erdoğan'ın, İstanbul'dan kendi yerine önerdiği Kemal Unakıtan'ı 5 yıl önce fark eden bürokrat Arıoğlu idi. Vergi Barışı başta olmak üzere Unakıtan damgası taşıyan kritik icraatlarda Arıoğlu'nun katkısı büyüktü. Ancak zamanla dengeler değişti. Arıoğlu, mensup olduğu Hesap Uzmanları Kurulu'ndaki güçlü desteğini kaybetti. Buna, Maliye Müsteşarı Hasan Basri Aktan'la mesafenin açılması eklendi. Vergi performansındaki gerileme, bazı uzlaşmalarla ilgili gerilimler, siyasete atılma arzusunun dışa yansıması değerlendirmeleri değiştirdi.
Bugün gelinen noktada Maliye Bakanı Unakıtan'ın,
"Eli sopalı bir Gelir İdaresi Başkanı"
istediği konuşuluyor.
Arıoğlu'nun, özlük hakkı açısından önemli sonuçlar doğuran asli atama kararnamesinin ardından emekliye ayrılması bekleniyor. Yurtdışı görev önerisini kabul etmeyen Osman Bey için özel sektör ve mali müşavirlik seçenekleri masada duruyor. Arıoğlu'nu onore edecek şekilde kamuda bir başka görev arayışı da sürüyor. Akif Ulusoy, Mahmut Vural ise Gelir İdaresi'nin müstakbel patronları olabilir.
Bu makama sürpriz isim olarak Vergi Konseyi Başkanı Mustafa Uysal da düşünülebilir.
Baş ağrıtan rapor
Öte yandan Maliye Bakanlığı, IMF'nin hazırladığı bir rapor nedeniyle hayli huzursuz. O rapor, Hesap Uzmanları'nı ayağa kaldırdı bile. Çünkü IMF, tartışmalı kadro değerine rağmen bir yandan Büyük Mükellefler Vergi Dairesi'nin hesap uzmanları ve müfettişlerle takviye edilmesini önerirken diğer yandan doğrudan bakana bağlı çalışan uzmanları Gelir İdaresi'nin çatısı altında toplamayı zorunlu kılıyor. Hatta, aybaşındaki Yüksek Planlama Kurulu Toplantısı'nda, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakcı, IMF'ye verilen sözleri hatırlatıp "DENETİMİN BİRLEŞTİRİLMESİ"nden söz edince devreye Başbakan Erdoğan giriyor. Bakan Unakıtan'a dönerek, "Kemal Bey, bitirelim artık bu işi. Geçen dönem yapılmadı, yine karşımıza çıktı" mesajı veriyor.
(0) Baglanti
(0) Baglanti
seninle
SENİNLE YAŞLANMAK İSTİYORUM
Seneler Geçsin,Sen Beni bil ben seni bileyim istiyorum.
Benim olduğun kadar dostlarının,Dostlarının olduğun kadar benim ol istiyorum.
Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım.
Yaşayalım ki,Öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı.
Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.
Sen çok dertlenip,içip arkadaşlarınla eve gelmelisin.
Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız.
Öyle ki,yalnız sıkılmak sıkmalı bizi.
Yaşayalım ki,paramız olunca sevinelim.
Güzel günlerimizi,evimizde,bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız.
Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek….
Böylece yaşamalıyız işte.
Sonra çocuklarımız olmalı,
Düşünsene senin ve benim olan bir canlı.
Geceleri ağladıkça sırasıyla susturmalıyız.
Sen arada mızıkçılık yapmalısın.
Ve ben söylenerek sıranı almalıyım.
Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım,
Söylenerek yumurta kırmalısın.
Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.
Zaman su gibi akıp giderken,Herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı.
Herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden.
Mutluda olsa,Kötüde olsa,Yaşadığımız günler bizim
günlerimiz olmalıI.
Saçlara düşünce yada gidince aklar,
Çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.
Kavgasız,Her sabah cinayetle uyanılmayan,Sessiz bir yere gitmeliyiz.
Geceleri balkonda denizi seyredip,Sandalyelerimizde sallanmalıyız.
Eve gelip benden kahve istemelisin.
Çocuklar gelmeli ziyaretimize,
Geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız.
Öyle sevmelisin ki beni,Bu yazdıklarım korkutmamalı seni,
Tebessümler açtırmalı yüzünde.
Birgün bu hayatı bırakıp giderken,
Sadece mutluluk olmalı yüzümüzde
Birbirimiz sevmenin gururu olmalı “HERŞEYDE”…..
(0) Baglanti
ögüt
Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x789 ve 50KB. Dir
Resimin gerçek boyutunu görmek için buraya tıklayın. Orjinal boyut 800x789 |
Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x793 ve 44KB. Dir Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x793 ve 44KB. Dir
Resimin gerçek boyutunu görmek için buraya tıklayın. Orjinal boyut 800x793 |
Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x793 ve 55KB. Dir Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x793 ve 55KB. Dir
Resimin gerçek boyutunu görmek için buraya tıklayın. Orjinal boyut 800x793 |
Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x784 ve 36KB. Dir Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x784 ve 36KB. Dir
Resimin gerçek boyutunu görmek için buraya tıklayın. Orjinal boyut 800x784 |
Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x783 ve 83KB. Dir Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x783 ve 83KB. Dir
Resimin gerçek boyutunu görmek için buraya tıklayın. Orjinal boyut 800x783 |
Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x789 ve 59KB. Dir Resmi Büyütmek İçin Buraya Tıklayınız. Orjinal Resim 800x789 ve 59KB. Dir
Resimin gerçek boyutunu görmek için buraya tıklayın. Orjinal boyut 800x789 |
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa